2017'den beri nitelikli kahve demlerim (Pour Over). Kahvenin bir yolculuk olduğunu ve en ufak değişikliğin tada etki ettiğini hem duydum hem de deneyimledim.
Neler etki ediyor?
Su niteliği ise bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor. Türkiye’de yaşarken bu konu o kadar sorun olmuyordu. Kullandığım damacana suyunun kalitesi iyiydi ve TDS (ppm) değerlerim genel olarak 70-90 arasında geliyordu. Zaten alıştığım bir tat olduğu için demlemelerimde bir sabitlik vardı. Suyun önemini anlamak için birçok su markasını alıp evde denemiş ve aradaki farkları görmüştüm. Ancak bilmediğim şey, Türkiye’de “şişe su” olarak nitelendirdiğimiz içme sularının genel olarak iyi bir kaliteye sahip olduğuymuş. Bu yüzden aralarında öyle devasa farklar almıyordum.
Yurtdışına ve farklı kıtalara iş sebebiyle sık sık seyahat etmem, suyun tadındaki ciddi değişimleri fark etmemi sağladı. Örneğin, Moskova’daki suyun beton gibi bir tadı vardı, Kazakistan’daki su tuzlu gibi geliyordu, Ürdün’deki su ise ağzıma adeta tekme atıyordu. Küçük bir ilçede büyüdüğüm ve dağdan gelen köy çeşmesinden su doldurup eve taşıdığım gençlik yıllarım, suyla daha farklı bir ilişkim olmasını sağladı. Pınardan akan suyu içerek büyüyünce, İzmir’e taşındığımda şebeke suyunun tadını hiç beğenmemiştim. Bu yüzden yıllarca Topçam Madran su kullandım, hem kahvelerimi hem de günlük su tüketimimi onunla yaptım.
Romanya’da durum pek farklı değil. Buradaki suyun tadını da hiç sevmiyorum, çünkü kalitesi düşük. İzmir ile kıyasladığımda, şebeke suyu orada 300-350 ppm civarındaydı ve içmek mümkün değildi. Klor kokusu bile yeterdi zaten. Bükreş’te şebeke suyunun ppm’i 115-130 arasında değişiyor ve içilebiliyor. Klorlu da değil, ama tadı yine de hoş değil.
Buraya geldiğimde elimde bir TDS kalemiyle market market dolaştım açıkçası. Bebekler için olan bir su markasında karar kıldık ve evde onu kullanmaya başladık. Pahalı bir suydu, TDS değeri 90 ppm civarındaydı. Kahvelerde kabul edilebilir bir performans sağlıyordu. Ancak bir süre sonra marketten su taşıma işi hem maddi açıdan hem de pratiklik açısından sürdürülebilir olmaktan çıktı. Üç kişilik bir aile olarak su tüketimimiz oldukça fazlaydı. Özellikle de kahve gibi suya çok hassas bir içeceği sık sık demliyorsanız. Dahası, harcadığım onca paraya rağmen içtiğim sudan ve kahvemin tadından tam anlamıyla tatmin olamıyordum. (Büyük ihtimalle alışkanlık da etkiliydi.)
Biraz araştırdıktan sonra, tezgah altı filtre sistemlerine yöneldim. Daha önce reverse osmosis ile ilgili konuları duyup kulak arkası eden ben, çaresizlikten ciddi şekilde araştırmaya başladım. İşin bilimsel bir temeli olduğuna kanaat getirince, hem reverse osmosis hem de remineralizasyon + alkalizasyon sağlayan bir filtre sisteminde karar kıldım. Fiyat olarak kendini bir yılda ya da bir buçuk yılda amorti edeceğini düşündüm. Belki filtre değişimleriyle bu süre uzayabilirdi. Yine de seçici davranıp sertifikalı, güvenilir ve pahalı bir marka tercih ettim.
Reverse osmosis sistemi, suyu neredeyse saf H2O haline getiriyor. Bu konuda iki farklı görüş var: Kimilerine göre bu işlemin ardından suyu direkt içmek sürekli kullanımda sıkıntılı; kimilerine göre ise gayet sağlıklı. Ben, açıkçası, remineralizasyon ve alkalizasyonu tat açısından istedim. Zaten burada da en sevdiğim sular, alkali seviyesi 8-9 pH civarında olanlar. Ayrıca, Bükreş’te Guido Coffee’nin sahibi Bogdan ile bir tartışmamızda, sudaki magnezyumun (Mg) kahve demlemeye ciddi etkisi olduğunu söylemişti. Türkiye’de bazı forumlarda pH düşük olduğunda daha iyi kahve çözünürlüğü sağlandığı söylenirdi. Burada ise tam tersi bir bakış açısı hâkim: pH yüksekse daha iyi.
Sonuç olarak, filtremi taktırdım ve ayarlarımı yaptıktan sonra kahve demlemelerimde aldığım sonuç beni cidden şaşırttı. Suyun kalitesinde resmen bir AYDINLANMA yaşadım. Şu an suyumun ppm değeri 55 ila 80 arasında değişiyor. Bunun nedeni, sanırım, hâlâ filtrelerin stabilize olma sürecinde olması. Alkali oranı ise 8.5-9 pH arası. Demlediğim kahvelerde aldığım tattaki kalite artışı öyle farklı bir seviyede ki hem mutlu oldum hem de üzüldüm. Mutlu oldum çünkü hem sağlıklı, güzel su içip hem de kahve demlemelerinde iyi sonuçlar alıyorum. Üzüldüm çünkü geçmişte çok nadir ve pahalı kahveler demlemiştim ve bu seviyede bir su kullanmadım. Acaba neler kaçırdım kim bilir?
Kahveyi benim gibi seven ve evde demleyen arkadaşlara tavsiye ederim. Lütfen reverse osmosis sistemlerini araştırın. Ancak bu konuda dikkatli olun; bu işi yaptığını iddia eden birçok merdiven altı firma var. Sertifikalı olanlar pahalı ama güvenilir. Araştırmanızı ona göre yapın. Sadece kahve için değil, sağlıklı su içmek için de gayet iyi bir seçenek. Örneğin, kızım doğduğunda böyle bir sistemi almayı bilseydim, hiç düşünmeden hemen alırdım.
Son olarak birazda bildiklerimden şüphe duymaya başlamadımda değil, suyun kalitesinin etkisi, öğütüm aralığı ve sıcaklıkla beraber işin %99.9 u olabilirmi diye düşünmeye başladım. Iddia etmiyorum tabi sadece aklımın ucunda böyle bir durum var gibi.. Aldığım kullandığım bir çok filtre,dripper vs vs.. acaba tada %1 den bile az etki eden şeylerden mi ibaret diye düşünmeden edemiyorum açıkçası...
Neler etki ediyor?
- Öğütüm şekli
- Öğütüm aralığı
- Öğütüm dağılımı
- Filtre
- Dripper şekli
- Döküş şekli
- Demleme süresi
- Su sıcaklığı
- Su niteliği
Su niteliği ise bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor. Türkiye’de yaşarken bu konu o kadar sorun olmuyordu. Kullandığım damacana suyunun kalitesi iyiydi ve TDS (ppm) değerlerim genel olarak 70-90 arasında geliyordu. Zaten alıştığım bir tat olduğu için demlemelerimde bir sabitlik vardı. Suyun önemini anlamak için birçok su markasını alıp evde denemiş ve aradaki farkları görmüştüm. Ancak bilmediğim şey, Türkiye’de “şişe su” olarak nitelendirdiğimiz içme sularının genel olarak iyi bir kaliteye sahip olduğuymuş. Bu yüzden aralarında öyle devasa farklar almıyordum.
Yurtdışına ve farklı kıtalara iş sebebiyle sık sık seyahat etmem, suyun tadındaki ciddi değişimleri fark etmemi sağladı. Örneğin, Moskova’daki suyun beton gibi bir tadı vardı, Kazakistan’daki su tuzlu gibi geliyordu, Ürdün’deki su ise ağzıma adeta tekme atıyordu. Küçük bir ilçede büyüdüğüm ve dağdan gelen köy çeşmesinden su doldurup eve taşıdığım gençlik yıllarım, suyla daha farklı bir ilişkim olmasını sağladı. Pınardan akan suyu içerek büyüyünce, İzmir’e taşındığımda şebeke suyunun tadını hiç beğenmemiştim. Bu yüzden yıllarca Topçam Madran su kullandım, hem kahvelerimi hem de günlük su tüketimimi onunla yaptım.
Romanya’da durum pek farklı değil. Buradaki suyun tadını da hiç sevmiyorum, çünkü kalitesi düşük. İzmir ile kıyasladığımda, şebeke suyu orada 300-350 ppm civarındaydı ve içmek mümkün değildi. Klor kokusu bile yeterdi zaten. Bükreş’te şebeke suyunun ppm’i 115-130 arasında değişiyor ve içilebiliyor. Klorlu da değil, ama tadı yine de hoş değil.
Buraya geldiğimde elimde bir TDS kalemiyle market market dolaştım açıkçası. Bebekler için olan bir su markasında karar kıldık ve evde onu kullanmaya başladık. Pahalı bir suydu, TDS değeri 90 ppm civarındaydı. Kahvelerde kabul edilebilir bir performans sağlıyordu. Ancak bir süre sonra marketten su taşıma işi hem maddi açıdan hem de pratiklik açısından sürdürülebilir olmaktan çıktı. Üç kişilik bir aile olarak su tüketimimiz oldukça fazlaydı. Özellikle de kahve gibi suya çok hassas bir içeceği sık sık demliyorsanız. Dahası, harcadığım onca paraya rağmen içtiğim sudan ve kahvemin tadından tam anlamıyla tatmin olamıyordum. (Büyük ihtimalle alışkanlık da etkiliydi.)
Biraz araştırdıktan sonra, tezgah altı filtre sistemlerine yöneldim. Daha önce reverse osmosis ile ilgili konuları duyup kulak arkası eden ben, çaresizlikten ciddi şekilde araştırmaya başladım. İşin bilimsel bir temeli olduğuna kanaat getirince, hem reverse osmosis hem de remineralizasyon + alkalizasyon sağlayan bir filtre sisteminde karar kıldım. Fiyat olarak kendini bir yılda ya da bir buçuk yılda amorti edeceğini düşündüm. Belki filtre değişimleriyle bu süre uzayabilirdi. Yine de seçici davranıp sertifikalı, güvenilir ve pahalı bir marka tercih ettim.
Reverse osmosis sistemi, suyu neredeyse saf H2O haline getiriyor. Bu konuda iki farklı görüş var: Kimilerine göre bu işlemin ardından suyu direkt içmek sürekli kullanımda sıkıntılı; kimilerine göre ise gayet sağlıklı. Ben, açıkçası, remineralizasyon ve alkalizasyonu tat açısından istedim. Zaten burada da en sevdiğim sular, alkali seviyesi 8-9 pH civarında olanlar. Ayrıca, Bükreş’te Guido Coffee’nin sahibi Bogdan ile bir tartışmamızda, sudaki magnezyumun (Mg) kahve demlemeye ciddi etkisi olduğunu söylemişti. Türkiye’de bazı forumlarda pH düşük olduğunda daha iyi kahve çözünürlüğü sağlandığı söylenirdi. Burada ise tam tersi bir bakış açısı hâkim: pH yüksekse daha iyi.
Sonuç olarak, filtremi taktırdım ve ayarlarımı yaptıktan sonra kahve demlemelerimde aldığım sonuç beni cidden şaşırttı. Suyun kalitesinde resmen bir AYDINLANMA yaşadım. Şu an suyumun ppm değeri 55 ila 80 arasında değişiyor. Bunun nedeni, sanırım, hâlâ filtrelerin stabilize olma sürecinde olması. Alkali oranı ise 8.5-9 pH arası. Demlediğim kahvelerde aldığım tattaki kalite artışı öyle farklı bir seviyede ki hem mutlu oldum hem de üzüldüm. Mutlu oldum çünkü hem sağlıklı, güzel su içip hem de kahve demlemelerinde iyi sonuçlar alıyorum. Üzüldüm çünkü geçmişte çok nadir ve pahalı kahveler demlemiştim ve bu seviyede bir su kullanmadım. Acaba neler kaçırdım kim bilir?
Kahveyi benim gibi seven ve evde demleyen arkadaşlara tavsiye ederim. Lütfen reverse osmosis sistemlerini araştırın. Ancak bu konuda dikkatli olun; bu işi yaptığını iddia eden birçok merdiven altı firma var. Sertifikalı olanlar pahalı ama güvenilir. Araştırmanızı ona göre yapın. Sadece kahve için değil, sağlıklı su içmek için de gayet iyi bir seçenek. Örneğin, kızım doğduğunda böyle bir sistemi almayı bilseydim, hiç düşünmeden hemen alırdım.
Son olarak birazda bildiklerimden şüphe duymaya başlamadımda değil, suyun kalitesinin etkisi, öğütüm aralığı ve sıcaklıkla beraber işin %99.9 u olabilirmi diye düşünmeye başladım. Iddia etmiyorum tabi sadece aklımın ucunda böyle bir durum var gibi.. Aldığım kullandığım bir çok filtre,dripper vs vs.. acaba tada %1 den bile az etki eden şeylerden mi ibaret diye düşünmeden edemiyorum açıkçası...